ALA ÇAĞIRMALARI (Abant)
Avın yapıldığı şehir : Abant Gölü
Hava ve suyun durumu :
Avda kalınan süre :
Kullanılan ekipman :
Yakalanan avın tür ve boyutları:
Yıllarca avlandığım tertemiz muhteşem bir göl. Çok av hatıralarım vardır bu cennet gibi
yerde. Taşına-yosununa, sazına-nilüferine, dibine kadar bilirim gölün her
noktasını. Oltam hangi derinlikte, hangi ilişkene takılacak kadar bilirim desem
yalan olmaz. Çok eskiden ava kapalı olduğu dönemlerin birinde saatlerce kürek
çeke çeke, kayıkla bütün gölü dolaşmışlığım da vardır. Akvaryum gibi dibi
görünürdü. Gölün tüm kıyısından, olta atılabilecek her noktasından alabalık
yakalamışımdır. Çok farklı bir güzelliğe sahip Abant alası bütün
alabalıkçıların rüyalarına girmiştir. İllaki avlanılası alabalıklardandır.
Mühür gibi iri siyah benekleri diğer alabalıklarda göremezsiniz. Dayanıklı,
güçlüdür Abant alası. Son yıllarda (15-20 yıldır) ülkemizde çokça gölete
aşılanması cazibesinin yitirildiği duygusunu yaşatmıştır bende. Gökkuşağı alası
gibi kolay ulaşılır olmuştur. Oluşan bu olumsuz duyguyu aşmak için yolları
aşıp, Abant tan, kaynağından yakalamaya bakmalı bu güzel alabalığı. Abant ve
alabalığı çok sıkı korunmalı gözümüz bizim, gözümüz. Aman çöp kaçmasın…
Nisan ayının başı
hafta arası. İsmi bende saklı Abant ta görevli arkadaşa telefonda soruyorum;
gölün buzu ne alemde diye. Aldığım cevap; ” Büyük kısmı çözüldü gelsene,
karavanda soba yanıyor. Muhabbet ederiz, kalırsın sabah da avlanırsın ” diyor.
Davetin güzelliğine bakarmısınız. Alışveriş yapıp yola çıkıyorum. Akşam saat 9
gibi karla karışık yağmur Abant sapağında yakalıyor beni.
Karavanın damına
yağmur taneleri tın tın vuruyor, soba gürüldeyerek bu tın tına eşlik ediyor..
Üzerindeki çaydanlık fokurduyor, sohbet eşliğinde acıkan karnımızı doyuruyoruz.
Ne kadar anlatsam beceremem yaşadığım anın güzelliğini. İçerisi fırın gibi, camı
aralıyoruz buz gibi bir hava 5 dakikada içerinin ateşini düşürüyor. Derin
alabalık muhabbeti arkadaşın uykusu gelene kadar sürüyor. Karavan şimdi
karanlık. Yanan sobayı, kapağından sızan turuncu alevleri, lapa lapa yağan
karı, rüzgarı, yağmuru uykuya satmadan sabahı karşılıyorum. Çayı demliyor
kahvaltıyı hazırlıyorum. Kahvaltıdan sonra termosuma sıcak su koyuyorum.
Arkadaşa şimdilik veda ediyorum. Av vakti gelmiştir artık.
Dışarıdaki ayaz
insanı ısırıyor. Öyle bir ayaz var ki; avlanma diyor, sıcak yatağı, yanan
sobayı bırakma diyor. Haksız da değil ayaz. Ama alabalıklara sözüm var..
Arabayla
avlanacağım uygun bir noktaya gidiyorum. Olta atmaya başlıyorum 15-20 dakika
geçti geçmedi parmaklar dondu, kamışın halkaları buz tuttu. Yağan kar,esen sert
rüzgar ve ayaz, uykusuzlukla birlikte direncini düşürüp içine işliyor insanın.
At çek, at çek tek bir vuruş alamadım. Yer değiştiriyorum. Gölün Alaska diye
isim taktığım bir noktasına geliyorum. Üç avcı dip oltalarını atmışlar gözleri,
kulakları oltalarında asılı duran zillerde. Çalacak bir zil deli ayaza son
verecek gibi. Rastgele diyor selamlaşıyorum. Çok sağlam ateş yakmışlar kahvaltı
ediyorlar. Sıcak bir davetle buyur ediyorlar sofralarına. Teşekkür ediyorum ama
çaya hayır diyemem. Avcılıkta peşine düştüğüm, aradığım, doğada yaşamak
istediğim tüm duyguların muhteşem kokusunu ateşte yanan odunların dumanından
ciğerlerime kadar çektim. Duyguların kokusu olmaz demeyin bütün bu güzel
duyguların kokusu bu dumandaydı. Avcılık nedir diye sorsanız bu koku derim.
Avcılığa dair her şey bu kokunun içindedir derim. Ateş-duman kokusu, toprak-
yosun kokusu, deniz-orman kokusu, rutubet kokusu derim. Avcılık koku derim.
Ağacın içinde saklı bir koku…
Nasıl balık
durumu diye birbirimize soruyoruz. Şimdilik ses yok ne onlarda, ne bende.
İçlerinden biri atçekle bu ayda netice alamazsın diyor bana. Mayıs ortaları,
Haziran gibi tutarsın diyor. Oysa çok alabalık tutmuştum yıllarca Abant ta bu
ayda. Gölün yarısı buz iken hatta. Ama bi şey demedim. Nasip dedim sadece. At
çekle tutamazsın Nisan’da lafı Abant için boş laftı. Defalarca tecrübe ettiğim
aksi ispatlanmış bu boş lafı; avcılık hissiyatından olsa gerek, bu adama ispat
etme isteği nedense beni gaza getirmişti iyice. Rastgele diyerek ayrıldım
yanlarından. Ava devam ediyordum saat 10 olmuştu. Kar ve yağmur birbirine
karışmış devam ediyor. Müthiş soğuk bir yandan, sezon başı hamlığı bir yandan,
atçek yapmaktan omuz, sırt ağrısı resmen yanmaya dönüştü.
Israrlı
çabalarım, sabrım netice veriyor. Mepsle 2 tane sağlam porsiyonluk Abant alası
yakalıyorum. Müthiş bir rahatlık var üzerimde şimdi. Gölden ayrılıp yola
çıkıyorum. Otelde kalan müşterilerden bazıları koşu yapıyor. Rica ediyorum
birine balıklarla fotoğrafımı çektiriyorum. Vakit öğlen oldu şu avcı
arkadaşların yanına döneyim Mayıs-Haziran öncesi de tutuluyormuş mepsle
diyeyim. Söylesem inanmazlardı görsünler istedim.. Sonra vazgeçip 1 saat kadar
daha avlanayım öyle giderim yanlarına dedim.
Sazlık bir alana
geldim. Gölün yüzeyini yer yer yarım metre aşmış otlar, sazlar var. Dizlerime
kadar suyun içindeyim. Mepsi çıkarıp çekirge taktım. Bunca otun, sazın arasında
çekirgeyi dolaştırmak mepsten daha iyi randıman verecekti. Ve takılma riskini azaltacaktı.
Rüzgar arkamdan esiyor bu avantajla daha uzak noktaya çekirgeyi düşürdüm. 6-7
saniye bekledim çekirgenin çıkardığı halkalar yufka gibi açılıp yayıldı.
Rüzgarın boşalttığı fazla misinayı sararak boşluğu alıyorum. Kamış marifetiyle
makarayı sarmadan 1-1.5 metre kadar çekirgeye aksiyon veriyorum, aniden çıkan
şapırtı sesi bir alabalıkçının duymak istediği ürpertici en güzel sesti. Bu
sesin sahnede bir de görüntüsü olmalı değil mi? işte onu anlatmayı beceremem
boşverin. Sadece; ütüsü bozulan göle ve çekirgeye acırdınız diyeyim. İri bir
alabalığın hamlesi bu kadar sesi, böyle bir görüntüyü ortaya çıkarabilirdi.
Makarayı sarıyorum balık havaya sıçradı ve suya düştüğünde misinada oluşan
boşluk bir an kaçtı hissine kapılmama neden olacaktı. Ama bu hisse izin
vermedi. Attığı kafalardan okkalı bir alabalığın ağırlığını, gücünü kamışta
tartabiliyordum. ” Korkma; kaçmadım, geliyorum diyordu. Attığım sert kafa
darbelerine, asiliğime, hırçınlığıma, alıp başımı suyun dibine çekip gitme
çabalarıma aldırmayasın. İyi gidiyorsun bozma sakın, sen darbeleri kamışla
yumuşat, kamışla yor beni diyordu bana. Kalama verirsen bütün taban ot, saz,
ilişken ona göre dikkatli ol. Biliyorsun zaten hatırlatmak için söyledim tüm
bunları.” dedi. 46 cm lik Abant alabalığı…
Sonra karavanın
yanına gittim arkadaş hadi iyisin maşallah dedi, tebrik edip fotoğrafımı çekti.
Şimdi avcıların yanına gideyim dedim. Mayıs-Haziranı bekleyemedim diyecektim
ama onlar da Mayıs-Haziran gibi gelmek için gitmişler beni beklememişlerdi.
Yaktıkları sağlam, güçlü ateşin alevini giderken yanlarında götürmüşler. O
muhteşem, mis gibi kokan dumanı bana bırakmışlardı. Küllenen ateşin içinde bana
göz kırparak selam veren yorgun, kızarmış közlere ben de göz kırparak selam
verdim. Şimdi termostan sıcak bi çay içmenin vee deriinn deriinn tüttürmenin
vaktidir. Ne yorgunluk kaldııı, ne üşüme, ne de uykusuzluk… Lapa lapa yağan
onca kar da tutmadı, Nisan yağmuru karıştı işin içine… Eski Abant
avlarından…
46 cm lik Abant
alası hala benimle birlikte. İnanın çok mutlu hergün yüzyüze bakıp, selamlaşıp
konuşuyoruz. O, hiç değişmedi ama ben yaşlandım.
Hadi sizlere bir
sır vereyim; Dünya sularında yakalanan her bir alabalık yaşadıkları büyülü,
noktalı adreslerden bütün alabalıkların selamını ulaştırırlar bana. Ve
yakalanıp geri salınan her bir alabalık da büyülü, noktalı adreslerde yaşayan
bütün alabalıklara benim selamımı ulaştırırlar. Dünyanın bütün alabalıkları
beni çok iyi, hem de çoook çook iyi tanırlar. İnanmayan sorsun alabalıklara ama
onlar sırlıdırlar, sır tutarlar asla cevap alamazsınız. Selam bütün
alabalıklara, alabalıkçılara…
14-12-2016 SİNAN IŞILDAK (Tarih: 11/01/2017)